Milletimizin takribi bin yıllık aile hayatını tanzim eden; temel değerlerimiz, din ve ondan neşet eden kaide ve kurallardır.
Son yıllarda, özellikle MÜNAKAHAT VE MUFARAKAT, yani aile hukukumuz, evlenme ve boşanma kurallarımız İSVİÇRE MEDENİ KANUNU, diğer bir ifadeyle hırıstiyan batı normlarına göre tanzim edilmeye başlandığı günden beri, maalesef aile yapımız gün geçtikçe tedenni ve dejenerasyona maruz kalmıştır. Bu bir vakıadır ve bunu görmezlikten gelmek mümkün değildir.
Ne var ki, toplumun muhafazakarlaşmasıyla birlikte, daha dindar ve muhafazakar iktidarlar iş başına gelmiş ancak, muhtemeldir ki,laik çevrelere şirinlik adına bir çok alanda tavizkar ve gelecek açısından tahripkar diyebileceğimiz düzenlemelerin öncüsü olmaktan geri durulmamıştır.
Bilinmelidir ki, aile konusunda ipin ucu bir kaçtı mı, onu tutmak ve toplamak adeta imkansız hale gelir.
Samimi kanaatim odur ki, bir çok alanda olağanüstü başarılara imza atan AK PARTİ iktidarları, başta aile olmak üzere, eğitim, kültür, sosyal medya ve iletişimin devasa labirentlerinde zaafa uğramış ve adeta boğulmuştur.
Toplum, dindarlık ve dini değerlere bağlılık zorunluluğunu unutmaya başlamış, bu işi muhafazakar olduğunu var saydığı iktidarı eliyle yapılacak bir görev olarak algılamaya başlamış, sonra da iktidar ve onun çevresinin hayat tarzındaki var olan olumsuzlukları benimser hale gelmiştir.
İktidar; sosyal, görsel ve yazılı medyanın tahribatını ya görmemiş veya özgürlüklere müdahale algısı oluşmasın diye seyirci kalmıştır. Bu konuda devletin denetim mekanizmalarından birisi olan RTÜK ve yayın organı olan TRT Televizyonları da üzerine düşeni maalesef yapmamış, yapamamıştır. ( Nedeni sorgulanmalıdır.)
Her alanda cinsellik ön plana çıkarılmış, tahripkar ve tahrikkar filim ve TV dizileri aile yıkımına katkı sağlamış, yıkılan yuva ve ailelerin ardı arkası kesilmemiş, senelerce en mütedeyyin aileler bile ( EVLİLİK PROGRAMLARI) adı altında iktidarın yanında gözüken makyavelist TV kanallarında bile ailelere izlettirilmiştir.
Üzülerek söylemek gerekir ki, (yapılıp yapılmadığını doğrusu bilmiyorum ) ilgili bakanlık olan AİLE VE SOSYAL İŞLER’den sorumlu bakanlık bu dizi ve benzeri programların aile üzerindeki olumlu veya olumsuz etkilerine dair bir araştırma yapmış mıdır?. Daha üzücü olanı da, her işini muhafazakar iktidarına havale eden, tamamına yakını müslüman olan toplum, bu konuda adeta morfinlenmiş, uyuşturulmuş gerekli duyarlılık ve tepkiyi göstermemiştir. Hala gayr-i ahlaki dizi ve programlar alabildiğine icra edilmektedir.
Bir dönem ilgili bakanlıkta bazı üst düzey yöneticiler, 15 Temmuz 2016 hain darbesinden sonra tutuklanıp hüküm giyecek kadar bir sapkın yapının içerisinde yer almış, maalesef bakanlığın bir çok politikası bu kadrolar tarafından belirlenmiştir.
Aile, sanki çok önemsiz bir yapı taşı ve bakanlıkmış gibi, devasa sorunların yer aldığı iş ve çalışma dünyasını ilgilendiren Çalışma bakanlığı da ilave edilmiş, iki üç bakanlığın birleştiği bu dev problemler içerisinde başta ilgili bakan ( AİLE) olmak üzere tüm bakanlık bürokratları “ şeytan taşlamaktan, salavata vakit ayıramaz” hale gelmişlerdir.
Kanaatimce AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR müstakil bir bakanlık olmalı, zamanını tamamen aileye ve onun geleceğine dair politikalara ayırmalıdır. Çalışma Bakanlığı ise eskisi gibi münferit bir bakanlık olmalıdır.
Mevzuatta ( Başkanlık sistemi olduğu için çok radikal ) değişiklikler yapılarak, tüm iletişim, medya, eğitim ve kültür politikaları, aileden sorumlu bakanlık ve kurumlarının değerlendirmesine tabi tutulmalı, yetki ve imkan verilmeden sorumluluk tevdi edilmemelidir.
Evlilik öncesi, kız ve erkek gençlere, adına ( EVLİLİK OKULU) diyebileceğimiz kültür ve eğitim seviyelerine göre belli eğitimler verilmelidir. İnanç dünyamız baz alınarak, burada müslüman Türk aile yapısı nasıl olur, örnek ve önder şahsiyetler modellenerek gençlere sunulmalı, bu konuda ifrat ve tefritten uzak, devlet ve sistemin onayladığı kitap veya kitapçıklar resmi olarak basılıp ailelere tıpkı bir mektepmişcesine ders ve kitap olarak sunulmalıdır.
Aile içi şiddeti, kadına şiddet olarak sunma yanlış algısından behemehal çıkmalı, vaz geçilmelidir.
Aile içi şiddet ayrıdır, kadına şiddet ayrıdır. Malüm olduğu üzere, Kadına şiddet, aile bireylerinin dışında ister bir erkeğin isterse bir başka kadının diğer bir kadına karşı uyguladığı şekli ve mahiyeti farklı olabilen adına şiddet dediğimiz olaydır.
Aile içi şiddet ise, aile bireylerinin bir birine uygulayabileceği ve adına şiddet dediğimiz bedensel ve duygusal anlamda uygulanabilecek ( fiziki ve kavli -ruhi-) şiddet olaylarıdır.
Eğitim ve sisteminiz size aile içinde ;
Karşılıklı SEVGİ,
Karşılıklı SAYGI,
Karşılıklı SADAKAT,
Karşılıklı SAMİMİYET ve
Karşılıklı SABIR denilen temel ahlaki değerleri veremiyorsa o ailenin geleceği pamuk ipliğine bağlı demektir.
Nitekim, sorgulanması gereken şey, müslüman bir toplumda, ailenin mutluluk ve saadeti bir ömür sürecek tarzda şekillenmesi gerekirken, evlilik öncesi ilişkiler evlilik sonrasını çoktan bitirmiş, flört denilen çağdaş yıkım senaryosu, kabul edilsin veya edilmesin karma eğitimin tabii akıbeti, batıda ne ise ülkemizde de o olacaktır. Nitekim İskandinav ülkeleri başta olmak üzere, batılı bir çok ülkede orta dereceli mekteplerde bile bekaretini koruyan genç kızların sayısı, diğerlerinden azdır.
İki kere iki, dünyanın her yerinde aynıdır.
Temel hukuk kaidelerimizden birisi de “ SEDD-İ ZERAİ’”dir.
Yani, yanlışı yapmadan önce, yanlışa götüren yolları engellemek, gelmekte olan tehlikeyi farkederek tedbiri almaktır.
Aylardır, hatta yıllardır (6284- sayılı kanunun) aileyi parçalamaya götürdüğü, aile içi şiddeti artırdığı, erkeğin eşine düşmanlığı ve hatta cinayetlere varan sonuçları doğurduğu ifade edildiği halde yetki ve sorumluluk mevkiinde olanların, hangi saiklerle ilgisiz kaldığını anlamak mümkün değildir.
Hiç bir şahide gerek kalmadan, gerek aile içi ve gerekse aile dışı kadına şiddet ve cinsel saldırıyı yasalar ve ilgili merciler nezdinde var olarak kabul etmek, hukukun evrensel prensiplerine tamamen aykırı olarak tanzim edilmiştir. Biz bütün suç ve suçlamalarda demiyor muyuz ;” MÜDDEİYE İSBAT, MÜNKİRE YEMİN GEREKİR” Şahit ve isbat olmaksızın bir kadının ( eşi de olabilir) mücerret beyanı esas alınarak, erkeğin evden uzaklaştırılması, dönmeyi arzu etmesi veya çocuklarını görmeyi murat etmesini ikinci bir şiddet ve taciz kategorisine dahil etmek, uzaklaştırmanın süresini bir kaç katına çıkarmak, aileyi yıkmak ve hatta istenmeyen olaylara meydan vermekten başka neye yaradığını ifade edebilirsiniz?
Acilen, bu yasa ve benzer mevzuat sorunlarının da ele alınacağı, içerisinde akademisyen, sosyolog, psikolog, psikiyatrist, sosyal bilimci, siyasetçi ve ilahiyatçıların da olduğu geniş katılımlı ve önü açık bir AİLE İSTİŞARE KURULU veya ( ŞURA) sı teşekkül ettirilmeli ve çözüm bekleyen sorunlar masaya yatırılarak, uygulama zemini için ilgili ve yetkili makamlara bu çalışmanın raporları sunulmalıdır.
Saygılarımla.. |